7 Aralık 2009 Pazartesi

EKOL

Uzun süredir konuşulan ''bizim ekolümüz yok'' tartışması bence artık anlamsız olmaya başladı. Çünkü bir ekolümüzün oluştuğu, daha doğrusu oluşmakta olduğu kanısındayım. Aslında bu ''ekol'' kelimesini tam olarak bilmesem de dışarda da bahsi geçen bir kelime. Ekol'ün tam karşılığı; bir bilim ve sanat kolunda ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem, akım veya okuldur. Şimdi bizim ekol diye konuştuğumuz şeyleri biraz düşünelim.

-İtalyan Ekolü: Genel olarak savunma yapan ve bunu ''takım halinde'' yapmanın çok ötesine geçirmiş, her oyuncunun savunma üstadı olduğu, savunmanın her türlü inceliklerini ve kalınlıklarını uygulayan, takımlar ve oyuncular kümesidir. Savunma futbolda en çok zeka isteyen bölüm olduğu için bu, futbolu bilme, toplu topsuz oyun, vücudu kullanma, oyun konsantrasyonu, oyunu okuma, hedefler doğrultusunda maçı görme, saha dışı, saha içi psikolojik faktörleri kullanma bunları yaratma, oyun disiplini, maç içinde taktiksel değişikler gibi birbiriyle bağlantılı gerekleri olan ve aynı zamanda bunları bir artı olarak yaratan aslında çok komplike bir olgudur italyan ekolü. Bana kalırsa dünyadaki gerçek iki futbol görüşünden biridir.

-Hollanda Ekolü: Burada total futbola girmeyeceğim, çünkü total futbol bir ekol değil bence, bir efsane yada rüzgar gibi geçmiş cennetten bir görüntü. Total futbol, oyuna ofsayt taktiğini getiren bir sistem. Ancak son zamanların modası ve ülkemizde herkesin dilinde olan, böylece bir kez daha ülkemizde ne kadar ''büyük futbol duayenleri''nin olduğunu görmemizi sağlayan total futbolun en temel özelliği, herkesin oyun içinde yer değiştirebilir olması. Yani Servet Çetin'in oyun içinde orta sahaya geçip ara pası atması, sabrinin de forvette oynamasının mümkün olduğu bir sistem. Ancak Hollanda futbolu dediğimizde hepimizin bildiği ve iskender denildiğinde beynimizde oluşan görüntü gibi bir görüntü oluşmakta; o da bitmek tükenmeden ayağa, yerden, hızlı, kısa paslaşmalar ve yardımlaşmalı 2 li 3 lü oyunlar... Hollandalılar oynarken birşeyi hayatta göremezsiniz, o da ileriye uzun paslar... Sanırım bunun tek istisnası 94 Amerika'da Bergkamp'ın Arjantine attığı goldür ki o da kontra atakta bilinçli olarak atılmıştı. Hollanda sistemi, her zaman topu ayağında daha çok tutan ancak bu, bireysel manada ayağında tutmak değil, takım olarak ayağında tutmak olan, yani hiç bir futbolcunun ayağında topu 0,5-1 saniyeden fazla tutmadığı bir sistem (oysa bu süre bizim futbolcularımızda 1,5-2 saniyedir - evet zaman tuttum - Aynı eleştiriyi İtalyan futbolcular için de yapabiliriz). Yine bu ekolde de taktik displin önemli ancak futbolcuların insiyatifleri de oldukca önemli bir yer tutmakta hollanda takımlarında. Yani belli bölgelerde yapılması gerekenler var ancak oyuncunun yaratıcılığı her zaman daha önemlidir.

-Alman Futbolu: Fizik, çok katı taktiksel disiplin, oyun konsantrasyonu... Bence İtalyanlardan savunma, Hollandalılardan da paslaşma özelliklerinin az miktarda karışımı ve üstüne de ilk cümlede bahsettiğim özelliklerin eklenmesi ile oluşur.

-İngiliz Futbolu: Artık olmayan ekoldür. Havadan 40 metrelik paslar, çok yüksek tempo, fiziki mücadele.

-Fransızların bir ekolü yoktur. 98 den beri yükselen fransız futbolu tamamen göçmen ailelerinin ve Afrika sömürgelerinin fiziki ve teknik yeteneklerinin bulunup yetiştirilmesi üzerine genel avrupa futbolunun karakteristliğinin katılmasıdır.

-Brezilyalıların bir futbolu vardır evet ama bir sistemleri var mıdır soru işareti... Brezilya futbolu, doğal yeteneklerin en iyi sergilenebileceği taktik formasyonların oluşturulduğu, tamamen oyunculara bağlı bir futboldur. 90 öncesi Brezilya futbolu ile 90 sonrası Brezilya futbolu arasında bir fark vardır; o da Avrupa'da oynayan futbolcuların Avrupa esintilerini yani savunma ve topsuz oyunu kullanmalarıdır.

Şimdi bizim oluşmakta olan futbol ekolümüze bakarsak ne görüyoruz? İlk gördüğümüz parçacıklar, Cine 5 teleskobundan, tam olarak 3,5 milyon ışık yılı önce, Fatih Terim ile birlikte oluşan Galatasaray'dan... Uefa şampiyonu olan o takımı en iyi tanımlayan şey presti; rakip yarısahada başlayan okan-emre-suat 3 lüsünün ve bunlara ek olarak bekler Hakan Ünsal, Ergün Penbe, Capone, Fatih Akyel ve forvet Hakan Şükür'ün o zaman Avrupa'da ve Türkiye'de hiç bir takımın yapmadığı bir şey olan, maçın 3te2'lik kısmında yada yarısındaki hücum pres... Gs'de bunu yapabilen orta saha vardı. Gs'nin başarısı sadece bu değildi. Bu orta saha aynı zamanda oyunun 2 tarafına da oynayabilen olağan üstü bir orta sahaydı. Şimdi burda Türk ekolüne gelirsek, bu oyun tarzı o günden sonra yavaş yavaş ligimize hakim oldu ve özellikle son 3-5 sene içerisinde birçok küçük takıma yayıldı. Futbol yorumlarımızda ve yazılarımızda göreceğimiz üzere en çok kullanılan kelime ''mücadele'' olmakta. Ancak bu demek değil ki tüm takımlarımızda bir çeşit Okan, Emre, Suat var... Takımlarımız sadece oyunun bir tarafını oynayabilmekte, o da savunma. Yani pres... İtalyanların savunmasıyla bizim savunmamız arasında hiç bir benzerlik yok, hatta biz dünyada bilinen manada savunmayı beceremiyoruz. Yani beklemeyi, rakip takımı tuzaklara düşürmeyi vs vs. Biz savunmadan, topa baskı yapmayı anlıyoruz. İlk toplara sert girmek, ufak tefek tekme ve çekmeler yapmak, orta saha ile rakip 18 arasında kalan bölgede müthiş bir enerji harcamak ve rakibe top yaptırmamak, kazanılan toplarla rakibi hazırlıksız yakalamak ve hızlı bir şekilde rakip ceza sahasına paslarla girmek... İşte bu türk futbol ekolüdür arkadaşlar.

Şimdi eksik olan bir sürü şeyi sayabilirisiniz. Ancak ben de o eksiklere karşılık yukarıda bahsettiğim ekollerin bir sürü eksiğini sayabilirim. Farkettiyseniz tüm ekoller oyunun bir tarafına yönelik. Yani uzmanlaşılan bir konu var. Savunma yada hücüm. Ancak ekol ile futbol arasında bir fark var. Türk futbolu hala çok geride. Toplu-topsuz oyun, temel oyun bilgileri vs vs burda anlatmakla bitmez. Ama ekolse artık bizimde bir ekolümüz oluşmakta.

0 yorum:

Yorum Gönder