21 Eylül 2009 Pazartesi

Alınmış ilk özgür karar: Beşiktaş


Seksenlerin sonu doksanların başı diyorlar ya o vakitler işte... Yaptığımız herşeyin, söylediğimiz her sözün, ve dışa vurduğumuz her duygunun hakikaten samimi ve saf olduğu belki de tek zaman aralığıydı..

Klasik çocukluk ritüelleri arasında yer alan, takım taraftarlığının özellikle aile bireyleri tarafından aşılanması sürecinde ben de birçok takımdan teklif alan çocuklardan biriydim. Aile fertlerimin arasında en etkin transfer çalışmasını ise büyük kuzenlerim sürdürüyordu ve bir çocuğu etkilemek konusunda oldukça başarılı olduklarını itiraf etmeliyim. Televizyonda radyoda maçlar izleniyor, dinleniyor, sürekli tezahüratlar yapılıyor ve diğer aile bireylerine tutacağım takımın hangisi olduğu sorularak transferimin gerçekleştiği tescillenmeye çalışılıyordu. Aslında herkeste de benzer çabalar eskik olmuyor değildi tabi. Ama bu evrede sesini çıkarmayan, hiç karışmayan tek kişi vardı: Babam...

Evet babam hiçbir zaman hangi takımı tutacağım konusunda bana karışmamıştır. O dönemlerde ona hangi takımı tutmam gerektiğini sorduğumda bana “hangi takımı tutarsan tut senin bileceğin iş” cevabını vermiştir. O çocuk aklıyla bunu pek idrak edemedim önce. Yani babam bana kendi tuttuğu takımı tutmamı öğütleyebilirdi. Ama öyle olmamıştı. Herkes beni bir yerlere çekmeye çalışırken o “özgür” bırakıyordu. Farkettiğim tek şey bunun çok güzel bir davranış olduğuydu. Kararı ben verecektim. Seçimimi ben yapacaktım. Ben de beni özgür bırakan adamın tuttuğu takımı tutmaya karar verdim.

Metin Ali Feyyaz...
Bana üst üste gelecek şampiyonlukların habercisiymiş gibi gelen aslında hiç tanımadığım ama çok iyi tanıdığım üç adam... İçinde birçok üniversiteli barındıran ama elit olma iddiası olmayan, hatta taraftarlarının kendisini “halkın takımı” olarak niteledikleri Beşiktaş...
Aydınlık, güzel, temiz olanın temsilcisi gibi umut veren ve sadece fubolla alakası olmayan birşeyler vardı o zamanlar. Onur mücadelesinin futbola yansımış haliydi. Şimdi onun bunun ağzına sakız olmuş “duruş” kelimesinin gerçek anlamını, duruş kelimesini hiç zikretmeden hissediyordum ben. Çatık kaşlarımızla ve diğerlerine göre daha az sayımızla ufka umutla ve inançla bakıyorduk. Yenilsek de üzülmüyorduk. Hatta yenilgiyi paylaşmayı daha çok seviyorduk.

Şimdilerde ise Beşiktaş yenilince üzülüyorum sanki. Çünkü asıl yenilenin futbol takımı olmadığını biliyorum. Hayatın her alanında da kaybettiğimiz ve gözlerimizde artık var olmayan o parıltının özlemini çekiyorum. Çünkü bir zamanlar hissettiğim “paha biçilemez” şeylerin yerinde yerler esiyor. Geri kalan herşey içinse kredi kartından başka bir şeye ihtiyacım yok zaten.

0 yorum:

Yorum Gönder